26.05.2012






     Gözler kapanıyor, gözler açılıyor. Bir dönem kapanıyor, bir dönem açılıyor. Şenlikle dünyaya gelen küçük bir kız çocuğu, sessizce dünyadan ayrılan bir anneanne oluyor. İnsanların kin dolu olmak için bu dünyanın çok kısa sürüyor olduğunu bilmesi gerek.  

     
     Kayıtsızca akan şu zamanın arkasından hevesle, merakla, gülücükler saçarak koşmak isterdim. 

1.05.2012

Karpuz kabuğundan gemiler yapmak

     Dün otobüs yolculuğumda house md'nin kaldığım bölümünü bilgisayarımda bulamayınca bir boşluğa düştüm ve ne izlesem diye aranmaya başladım. Baktım yüklenenlerde "karpuz kabuğundan gemiler yapmak" var, ne ara indirdiğimi hatırlamadım bile ama sevindim de görünce, izlemeye başladım.Çok keyifle ve sıkılmadan izledim. Gerçekten o kadar içine girip çıktım ki filmin, bir gün geçti üstünden hala aklıma geliyor, sonunda da mutlu mesut edeydi çocukları iyidi diyorum. İçimde kaldı.
    Filmde yönetmen (Ahmet Uluçay) kendi çocukluğundan bir kesidi anlatıyor. Ama izlerken de içimden geçirdim, ince ruhlu biri olmalı bu filmi yapan dedim, çok ince ayrıntılar var, gerçeği gerçek kılan olmazsa olmaz olan ince ayrıntılar ama. Hani büyükler hep der ya, eskiden böyle miydi biz şöyle şöyleydik, büyüklerimizin gözünün içine bakamazdık, saygılıydık,çalışkandık, yokluk çektik vs vs.. diye.Ananemlerin anlattığı hikayelerle bütün bu söylenenleri birleştirip bir 60lı yıllar oluşturmuşum kafamda zamanında. İşte ben onu izledim. Kafamda oluşmayan parçalar da bu filmle tamamlandı, ne de güzel oldu. 
    2 genç çocuk,Recep ve Mehmet, yazın köyden kasabaya bir yerde çıraklık yapmak için inmişler, taş çatlasın 16-17 yaşlarındalar. Kütahya'nın tepecik köyünde, orjinal şiveleriyle (ki çok tatlı kıldı filmi bu orjinallik), ustalarıyla diyaloglarıyla, birbirleriyle tartışmalarıyla, muhabbetleriyle, aşık olmalarıyla, sinema tutkularıyla (film şeritlerini "gımıldatmaya" çalışmalarıyla), parasızlıklıklarıyla, çıraklıklarıyla, utançlarıyla, çocukluk heyecanlarıyla, hayalleriyle, tavana kumsal resmi yansıtıp paçaları sıvayıp yatarak serinlemeleriyle o kadar güzel bir filmdi ki. Filmi en az kendi kadar sade sözlere sahip olan "beyaz giyme" türküsü melodisi süsledi, çok yakıştı.
     Bu çocukların yaşadıklarını izlerken "bunları yaşayan çocuk tabii ki dolu olur, hayatı bilir" dedim hiç bir sıkıntı yaşamayan şimdiki çocuklarla kıyaslayarak, yani bizlerle. Ergenlik bunalımlarımızı 20li yaşlarda yaşayan bizler, yokluk nedir bilmedik ki hiç...Çocuklar canla başla sinemacının çöplerinden arakladıkları kopuk filmleri bi dergide buldukları tarifle oynatmaya çalışırken, büyük "recüsör" olma hayalleri kurarken, benim hiç böyle bir hayalim olmadığını düşündüm. Onların ,tüm yokluklarına rağmen,benden, aslında bizden daha şanslı olduklarını anladım. 
      Anasının kendisini "güzeel piçç" diye sevdiği kendinden büyük bir kızı seviyordu Recep. "Eskiden çok zengin" olan her mahallede rastlanması olası bir aile bu, büyük kızın burnu havada davranışları, "güzel piç"in mahvoluşları, büyük kızın "güzel piç"in yazdığı mektubu gizli saklı okurken o ayak parmaklarını ufak ufak duvara sürtmesi, yine Recep'in küçük kardeşine getirdiği cevizden gizlice cebine atıp herkes uyuduktan sonra kırıp yemesi... Gerçekçi diyaloglar, güzel ayrıntılar.Ayrıca karpuzcu ustayı çok sevdim, Recebin deyişiyle "gıyak adam"dı hakkaten. Ha bi de filmin başında ve ortasına doğru sahne alan 2 kedi var, izleyenler bilir, onlara da gülmedim değil.
     Daha defalarca izleyeceğimi düşündüğüm güzel bir filmdi nitekim, filmde berber rolünde de bizzat kendisi oynayan,2009 yılında vefat eden  Ahmet Uluçay'a da Allah'tan rahmet dilerim, keşke o zamanları bu kadar katıksız aktaran onun gibi birileri daha olsaydı...
    Ortam gürültülü olduğundan kafam biraz dağınık yazdım, düşük cümleler olmuş olabilir, bunun için küçük okuyucu kitlem kusura bakmasın.Sağlıcakla kalın.

"kim icat etti len bu gımıldak lafını? adımız gımıldakçıya çıktı. gımıldakçı recep aşağı gımıldakçı memet yukarı. ne len bu? buna sinema derler sinema!"