19.05.2011

Bir kar tanesi

  Önceleri, ruhumun kapasitesi dolduğunda yalnız başıma odamda kalırdım uzun uzun, çok düşünürdüm, dolmuş ve taşmaya başlamışsam, başa çıkamıyorsam kendimle oturur yazardım. Fakat gerçekten hissettiklerinizi kağıda süzmeden dökebildiğiniz ölçüde rahatlarsınız, yazmak rahatlatır genel bir kanı, eksik bir genelleme.Yazmak rahatlatır evet ama yazdığını bi daha dönüp okuduğunda içindekilerin somut halini okuyabiliyorsan rahatlarsın, bunu yapabilirdim aşağı yukarı önceleri.. Üniversite hayatım, yurt hayatım ruh hali patlamalarımı ekarte etmenin şeklini değiştirdi yavaş yavaş, başları yazmaya çabalıyordum ama yazmak için dolmak lazımdı,dolmak için düşünmek, düşünmek için ise yalnız kalmak. Olmadı,.zamanla bıraktım savaşmayı, ve başka bir alışkanlığa dönüştü deşarjlarım: yürümek. bir yerden gelirken ki genelde okuldan gelirken, hava da iç güveysinden hallice olduğunda ayaklarım normal rota aksine başka yerlere sürüklemeye başladı beni, hiç görmediğim sessiz mahalleler, rüzgarın salıncağını gıcırdattığı boş çocuk parkları, sağı solu tarla olan bakımsız yollar...Geziyordum.. Birisiyle karşılaşmaktan korkarak, çünkü o kadar dolu oluyordum ki dışardan en ufak bi uyarıyı alamıyor olurdum.. Genelde yolda vs. de kulaklık kulağımda olurken bu zamanlar bir müzik notasına dahi tahammülüm olmaz, sadece yürürüm, konuşurum, konuşurum, kafamda kelimeler dans eder, kelimeler beraber dans eder, cümleler salınır, parçalanır.. içimdeki fazlalığı boş mahallelere serper, geri kalanıyla mutlu mesut hasbihal ederim ve normal yaşamıma en normal halimle dönerim, rotama girerim...


  Bir gün okuldan dönüyordum, kar yağıyordu. Karı çok severim, çok ama. Kar yağışı altında yürümek hiç olmazsa o an için dünya gerçeği dışında bir yerde yürüyormuş gibi hissettirir bana, yerçekimi etki etmez sanki o an. Yine o gün yolumu çevirdim, yürüdüm,yürüdüm,yürüdüm.. çok yürüdüm. Kafamı kaldırdım, gökyüzünde görebildiğim uzaklıkta bir kar tanesini göz hapsine alıp yere kadar düşüşünü takip ettim, çocuk olmayı diledim. En çok kar yağarken çocuk olmayı istedim ben, çünkü çocukluğumda kar yağarkenki duyduğum sevinç bir kar tanesi yapısı muntazamlığında bozulmadan gelmiş gibi bu yaşıma. Yağan kar altında elimi açarak gökyüzüne baktığımda bedenim 22, kalbim 5 yaşında oluverir. o gün, o çocuk sevincimde yürürken sağ ön çaprazımda 6-7 yaşlarında bir kız gördüm, pembe montlu, kapşonu geçirilmiş, dışından da atkısı ağız burun sıkı sıkı bağlanmış,yüksek ihtimal okuldan dönüyordu, okul çantası kendinden büyük.. Elini açıp yukarı bakarak çok yavaş bi hızda yürüyordu, sevinci her halinden belli bir küçük kız çocuğu.. ondan daha hızlı yürüdüğüm için ona yaklaşıp yanından geçerken, saniyelik bir an yan yana geldik, benim uzun siyah paltom, gözlerime kadar inen kapşonum ve kulağımda kulaklığım... Onunsa pembe paltosu, barbieli çantası ve atkısı. Ben başım yere doğru yürüyordum, o başını yukarı kaldırmıştı.Yaşadığımız sevinç aynıydı, dıştan her ne kadar farklı görünsek de biz o an aynıydık, tek farkın zamanın bana bir olgunluk maskesi takmış ona ise henüz takmamış olmasıydı.. sevincini kaygısızca göstermesini kıskandım o tam yanı hizasında olduğum o saniyede. biraz ilerlemişken ben ona dönüp baktım, gülümsedim fakat ben onun umurunda bile değildim, farketmemişti bile. Ben geçmişime baktım, gülümsedim. Onun ise gelecekten haberi yoktu, o geleceğine nasıl bakabilirdi? O geleceğine baksa bile benim geçmişime gülümseyebildiğim gibi kaygısızca gülümseyebilir miydi ki geleceğine?