Dün bir an yaşadım, anı değil evet sadece bir an. Anların insan üzerinde bıraktığı etki anılara kıyasla çok büyüktür. Çünkü zaman anıları şekillendirir ama “an”lara asla gücü
yetmez.
Sabah kampüse çıkıyordum; çıkmak fiilinden anlayacağınız
üzere kampüsümüz şehir merkezinden rakım olarak oldukça yüksek bir yerde, öyle
ki merkezde yağmur yağarken kampüste kar, merkezde hava günlük güneşlikken
kampüste fırtına olabilir ve ilginçtir ki bunların tersi de olabiliyor. Bu
yüzden Bolu’da mevsimine göre giyinebilmek bir sanattır, giyimini hava
koşullarına denk getirebilen de bir sanatçı hükmündedir.
Okula ilk başladığım günlerde tecrübeli öğrenci
arkadaşlarımdan biri “havası nasıl, çok soğuk oluyor mu?” soruma şöyle cevap
vermişti: “Bak, Bolu’da 3 kat giyinmen lazım: içine yazlık bir tişört üstüne
uzun kollu ince bir hırka ve üstüne mont. Ayrıca hava günlük güneşlik de olsa çantanda
hep şemsiye bulundur”. O zaman bu açıklamanın biraz şişirme olduğunu
düşünmüşsem de, artık acemilikten bilen kişi mertebesine yükseldiğim şu 5 yılda
yeni gelen arkadaşlara aynı cümleyi aynı artistlikle söyleyebilirim, keza bir
çok ibretlik olay yaşadık fakat şu an konudan o kadar saptım ki, artık o anıları da
anlatarak işin cılkını çıkarmak istemiyorum.
Ne diyordum, dün kampüse çıkıyordum evet, müzik dinliyorum bi yandan da (ergenlikte kulağımdan düşürmediğim kulaklığı artık sadece yolculuklarda kulağıma takıyorum, hey gidi) karışık modda dinlerken Karmate’nin “Lazuri nani” parçası
çıktı.(
buradan dinleyin) Şevval sam ın girişinden sonra bir süre kemençe çalıyor parçada,işte bu
sıralarda otobüs fakültenin oraya gelmişti, indim.
Bizim kampüs ormanın
tam içindedir, fakülteye giden yaklaşık 50 mlik yolumuz tam orman kenarında.Bazı
sabahlar havada inanılmaz güzel bir orman kokusu, tarifsiz bir oksijen bolluğu
olur. Ve bu atmosfer güzel bir soluk olmasının dışında bana başka şeyler ifade eder: çocukluğumu ve karadenizi. bahsettiğim bu orman havası Çaykara da soluduğum ve bir daha da hiçbir
yerde soluyamadığım bir havaydı ,ilk denk geldiğimde "köy kokuyo, köy kokuyo" diye sevinçten aklım çıkmıştı. Özellikle
yağmur yağdığında inanılmaz güzellikte oluyor ve her seferinde derse girmeyip
ormanın içine dalasım geliyordu.
İşte otobüsten tam inip karşıdan karşıya geçeceğim “an”da, sene başından beri hiç denk gelmediğim o
mükemmel orman havası birden yüzüme vurdu ve aynı salisede karmatenin solisti uzunca
bir “ooy” çekti. (parçayı dinlemeniz şart bunu anlayabilmek için) Bende istemsiz
olarak onun kadar uzun olmasa da gözlerim kapalı halde derince çektiğim nefesi aynı perdeden bir “ooy” çekerek verdim. Arkadaşım kolumdan tutarak yolun ortasında gözler kapalı kafa yukarda dikili duran beni karşıya
geçirdi.
Bu bahsettiğim “an”larda aklıma hep cennet gelir. Cennetin çok
küçük parçalarının dünyada var olduğunu ve o “an”da yaşadığın hissin dünyadaki
tüm mutluluklardan apayrı bir yerde tek başına bulunduğunu yani bu dünyaya ait
olmadığını düşünürüm. Başka hiçbir his ve duygunun bulaşmadığı bu saf mutluluğu
dünyada bir anlığına da olsa yaşamanın bile bu kadar muhteşem olduğu halini
sonsuzla çarparak cenneti hayal etmeye çalışırım. Hayal gücümün sınırına geldiğim yerde bırakıp bir cümlelik bir dua eder ve hayatıma kaldığım yerden devam ederim...